- ARNAVUTLARIN MİZAH ANLAYIŞI
- BULGARLARIN MİZAH ANLAYIŞI
- MACARLARIN MİZAH ANLAYIŞI
- YUGOSLAVLARIN, MİZAH ANLAYIŞI
- YUNANLILARIN MİZAH ANLAYIŞI
ARNAVUTLARIN MİZAH ANLAYIŞI
Bizim bozacımız, bahçıvanımız, yoğurtçu ve ciğercimiz Arnavut, Türk geleneklerini hala Arnavutlukla muhafaza etmekte beraberliğinin 500 senelik öyküsünü sürdürmektedir. Şiveleri değişik olmasa kullandıkları Türkçe kelimelerle konuşmalarını rahatlıkla anlayabilirsiniz. Arnavutlukta bugün bile Arnavutlar Türkçe konuşmadan uyuyamazlar. Gerçekten «yorgan, döşek, yatak, çarşaf Türkçe» Adları «Mehmet, Hayrettin, Enver, Cevriye, Eyüp; Türkçe» yemekleri «Güveç, ıspanak, köfte, şiş kebap, bamya, patlıcan musakkası Türkçe», deyimleri «Aman aman... Vay vayy... Hopbalaa... Türkçe.»
Mizahından ne haber mi diyorsunuz? Türk fıkralarına biraz kırmızıbiber ekin kızan, darılan küsen fıkralarla karşılaşırsınız, biraz saflık katın «cesaret, metanet fıkralar ile» ve de biraz evcilik, biraz sıkılık katın «cimrilik, kılıbık fıkraları karşınıza yığın yığın Arnavut fıkralar olarak çıkar.
Cesur ve atılganlıkları yanında saflıkları beraber gezer. Meraklıdırlar, bildiklerini bir kere daha sormaktan kendilerini alamazlar. Küsmelerine diyecek yoktur. Bir Arnavut «ben karıma küstüm de altı ay konuşmadım» deyince hanımı «O altı ayda konuştu ama ben bir yıl daha konuşmadım» diyecek kadar övünç duyarlar.
Pazarda Arnavut yumurta satarken onun verdiğini değil de istediğini olmaya kalksan senin elinden yumurtayı alır. Eğer israr edersen avucunda yumurtayı kırar da yine vermez.
Ama çalışmaya başlayınca her şeyi unuturlar. Çalışır da çalışırlar. Hele doğruluklarına gelince kellesini verir de eğrilmeye gelemezler.
CENNET YEMEĞİ
Ahçıda karşılıklı oturmuş, Oflu kabak yemeği, Arnavut pırasa yiyordu. Arnavut tabii pırasayı methederek, cennet yemeği deyince Oflu asıl cennet yemeği kabaktır dedi. Kabaktır, pırasadır diye bu minval üzere atışırlarken çekmişler tabancayı. Ahçı’yı da çağırıp ona sormuşlar:
- «Doğru söyle bakalım, önce cennetten kabak mı çıktı, pırasa mı?»
Zavallı ahçı bakmış ki durum fena. İşi şöylece tatlıya bağlamış:
- «Adem babamız cennetten çıkarken kabağı eline almış pırasayı da kılıç gibi beline kuşamış da öyle çıkmış.»
BABASI TÜRKMÜŞ
Bir Arnavut berbere girer.
-«Bre berber sakalımı kaça traş edersin» der, on lira olduğunu öğrenince biraz pahalı bulur.
Berber durumu kavrar: «Sabun pahalı da ondan sen Arnavutsun, cesur olursun, istersen sakalını sabunsuz kuru traş edeyim ver beş lira» der.
Arnavut cesaretini ispat, cimriliğini örtmek için kabul eder. oturur berberin koltuğuna. Gık demeden sakalının yarısı bittiği sırada gözünün yaşını silerek:
- «Bre berber dur… Bak şimdi aklıma geldi benim anam Arnavut ama babam Türk. Sen sakalımın öbür yarısını sabunla da öyle traş et.»
SABUN VE ARNAVUDUN İNADI
Bir Arnavut pazardan alış veriş yapmış beyaz peynir, arap sabunu öteberi almış ama! Peynirin içine arap sabunu sızmış, eve gelip de ekmeğin içine peynir koyup yerken ağzının köpürdüğünü gören karısı:
--«Aman! Yoksa sabun mu koydun ekmeğin arasına.»
--«Yok be more, sabun da olsa peynir de olsa yiyeceğim oni, para vermişem, o istediği kadar köpürsün. »
NİÇİN GÖREMİYORMUŞ
Arnavut Devlet Başkanı Enver Hoca bir gün eski Arnavut Kralı ZOGU'nun ruhunu çağırmış ve şu iki suali sormuş:
- 1.«Benim sağladığım üstün başarılarımı, halkımın mutluluğunu oradan izleyebiliyor musun?, 2. Benden bir dileğin varmı?»
- Zogu'nun ruhu «1. Hayır, hiç bir şey göremiyorum. 2. Çabuk yanıma gel ki!, o zaman halkımın hakiki mutluluğunu ancak görmeye başlarım!»
BOL MA SE PLASA, BOL PRASA MI?
İstanbul'a yeni gelen bir Arnavut gittiği davette, daha yemesi için ısrar eden ev sahibine çok yemek yediğini, patlamak üzere olduğunu anlatmak ister, fakat Türkçe bilmediği için de bir türlü anlatamaz. Ama ev sahibi tekrar ısrar edince canı burnuna gelen Arnavut:
Arnavutça: «Bol ma se plasa» yeter artık patlayacağım demesi üzerine.
Ev sahibi: «Bol pırasa istiyor» sanıp bir tencere pırasa yemeğini Arnavut’un önüne koyunca Arnavut düşer bayılır.
Etrafındakiler çok sevdiği yemeği görünce sevincinden bayıldı sanıp, bu haber etrafa yayılır. Bu yüzden de Arnavutların pırasa sevdiği sanılır.
• Akıl dayağın önüne geçer ama! Cesaret, cesaretse aklın önünde gitmelidir. ARNAVUT atasözü
• Sen çalış, işine alış, rızık dişine kendi gelir. ARNAVUT atasözü
• Fikirlerini değiştirenler fikirsiz kalır. ARNAVUT atasözü
• Akıl, İnsanın külahında bir çividir, yumruk yemeden kafanın içine girmez. ARNAVUT atasözü
BULGARLARIN MİZAH ANLAYIŞI
BULGARLAR EN ÇOK HER ŞEYI DEVLETIN ALIP SATTIĞI EKONOMIK FIKRALARA, KISKANÇ KARI-KOCA, AŞK HİKÂYELERİNE, SARHOŞKEN POLİS GÖRÜNCE AYILANLARA GÜLERLER
Balkanların gül bahçesi olan Bulgaristan'da, uçsuz bucaksız gül bahçelerinden geçecek olursanız, fıkralarına gülmekten değil yoğun gül kokusundan bayılır kalırsınız. Bulgarlar çok konuşurlar. Her türlü ekonomik faaliyetlerin devletçe yürütüldüğü bir ülkenin halkı, da geveze olursa tabii fıkraları da biraz geveze olur. Ama... Sulu olmaz, karı koca ilişkilerine, aileye dil uzatmazlar. Kıskandıran ve kızdıran fıkralara bayılırlar.
Eski komünist rejimden kalan, en çok devletin alıp sattığı fıkralara çok, gülerler, gülerken de polise ve halk komiserlerine pek dikkat ederler
Türklerden gülü nasıl alıp uçsuz bucaksız gül diyarları yapmışsa, rakı yapmasını da öğrenmişler ama tadını verememişler. Fakat içmesini pek ala beceriyorlar.
Adetlerine yerleşen Türk gelenekleri, bütün uğraşılara rağmen yine yaşamaktadır. Düğün dernek sevmeleri, yardım sever oluşları, misafirperverlikleri Türklerinkine çok yakındır aksi bir davranışla karşılaşırsanız bilin ki kanuni bir kısıtlamaya mecbur kalışındandır.
Mutfağından domuzu çıkar, isimleriyle Türk yemekleri önünüze serilir. Müsaade çıksa: biraz Türkçe, biraz Bulgarca, yabancılık çekmeden gez istersen yıllarca.
SEYAHAT VE COGRAFYA DERSİ
Saf geçinen meraklı bir anne Filibe Lisesi öğretmenler oda
sına dalar. Oğlunun, ders durumunu teker teker öğrenir. Hepsinden çok iyi not almasını normal karşılar. Resim dersinden 4 alışına kızar da kızar. Hele coğrafya dersinden 1 alışını umursamaz bile. Bu duruma Coğrafya hocası alınarak sorar:
- «Resim dersinden 4 aldığına kızdınız da, Coğrafya dersinden bir alışına kaale bile almadınız.»
Anne: «Eee bu oğlumun kabahati değil. »
Öğretmen: «Ya kimin kabahati var, yoksa benim mi?» Anne: «Senin de yok öğretmen bey.»
Öğretmen: «Öyleyse kim kabahatli?»
Anne: «Eee beni söyletme!... Çocuk seyahat edemezse, göremezse ülkesini nasıl öğrenir…»
DOGRULUGUN SIRRI
Bulgar ileri gelen kişilerinin tatillerini geçirdiği plaj gazinosunda misafir bir gazeteci bulunuyordu.
Gazetecinin saati durmuştu. Belirli bir zamanda da randevusu vardı. Çevresindekilere saati sorunca her biri çok farklı rakam söyler, hangisine göre ayar edeceğini şaşırmış bir halde iken:
Garson yavaşça yaklaşır: «Benim saatim şaşmaz… Şimdi tam «12.45» der ve oradan ayrılır.
Gazeteci şaşırır ama bir taraftan da saatini, hemen 12.45’e göre ayar eder. Aradan 5 dakika geçince de, Devlet radyosu saat anonsunu verir. Şimdi saat tam… 12.00.
Bu sefer gazeteci garsona yaklaşır: «Bunun sırrı nedir?» Garson: «Emin olabilir miyim? »
Gazeteci: «Tabii kimseye söylemem. »
Garson: «O kodaman devlet büyüklerinin saati Rus malı, benimkisi bir turist hediyesi… İsviçre malı da.»
ÖVEREK VEYA YARI ÖLEREK
Edebiyata hevesli bir Bulgar genci, ülkenin en büyük şairine giderek akıl danışır:
- «Bütün hayatımı şiire vermeye kararlıyım. Yaşamımı bu yolda sürdürebilmem için ne tavsiye edersiniz?»
Büyük şair: « Ya devlet çiftlik ve işletmelerini överek veya benim gibi yarı aç yarı tok ölerek.»
ÖYLE ÇOK Kİ
Çocuk annesine isyan edercesine seslenir:
- « Anneciğim canım o kadar çok şey istiyor ki öğlende ne yiyeceğiz? »
Annesi: Evet… Öyle çok ki yavrum hiç şimdiden sayısını söylemeyeyim çünkü saymakla bitmez.»
Çocuk sevinir ve hayretle sorar: «Ne imiş onlar, haydi haydi... Söylesene. »
Annesi: «Pilav. »
PATATES VE YOLDAŞ
Bir siyasi komiser, Rusçuk halk komiserinden patates ürünü hakkında bir rapor istemişti. Köylü başladı anlatmaya:
- «Rejimimizin üstün başarıları sayesinde muhteşem bir patates rekoltesi elde ettik. Yetiştirdiğimiz patatesler üst üste konsaydı. Tanrı’nın ayaklarına erişecek bir dağ meydana gelirdi.»
-- «Sersem, o ne demek? Tanrı var. mı ki?
Köylü bir an ne diyeceğini şaşırdı. Ama kendisini çabucak
topladı:
- «Haklısın yoldaş komiser, ama zaten o kadar patates de yok.» .
SONRA MI GELECEK
Eski Zağra civarında bir köy komiseri köylülere komünizmin faydalarını anlatıyordu. Köylülerden biri komiserin sözünü keserek:
- «Yoldaş,» dedi. «Burada şimdi komünizm var mı, yoksa vaziyet daha da mı kötüleşecek? »
SEVMEK DE SÖZMÜ?
Halk komiseri, kasaba doktorunun başarılarını övüyordu, bir ara:
—Hastalar bu doktoru çok seviyor» deyince.
Halktan biri, «Sevmek te söz mü? .. Onun için hayatlarını bile feda ediyorlar. »
KİMİ DÖVMELİ
Bir çocuksuz aile işçi lojmanlarında oturuyordu. Esasen alttaki ve üstündeki komşuların gürültü ve konuşmalarından şikâyetçi iken bir de yan dairedeki komşuların çocukları vardı ya insanı çileden çıkartmaya yetip te artıyordu. Bir gün kadın, komşu dairenin kapısına dayandı… Kapı açılınca:
-«Vallahi bıktım yoldaş, çocuklarının ağlamalarından çıldıracağım artık… Eğer çocukları bana bıraksan, eşek sudan gelinceye kadar döverdim onları. »
Komşu kadın: «Haklısınız… Sizin de çocuklarınız olsaydı, ben de aynı şeyi yapardım. »
• Eti tadan çoban köpeğinden hayır gelmez. BULGAR atasözü
• Gökteki yıldızları değil, yerdeki sürülerini bir kere daha say. BULGAR atasözü
• Güler yüz altından anahtardır. BULGAR atasözü
• Kader sana küserse, sen çalışmayla barış. BULGAR atasözü
MACARLARIN MİZAH ANLAYIŞI
MACARLAR ÖNCE RUSLAR'LA İLİŞKİLERİNE SONRA DA KENDİ MEMURLARINA GÜLÜYOR
Macaristan yetiştirdiği fizikçileri, ekonomi bilginleri, ressamları bestecileri, mimarları ve yazarlarıyla Batı Avrupa ile Kuzey Amerika'yı etkileyen Orta Avrupa'nın Fransa’sı sayılırdı, hele Budapeşte, Paris’i hiç aratmazdı.
Tuna boyunca sıralanan eğlence yerlerinde Çıgan müziği dinlenir, nefis Macar yemekleri yenir, yıllanmış seçme şaraplar içilirdi. Ama araya giren savaş ve işgal yılları Macarlara gülmeyi unutturdu. Eskiden Macarlar eli sıkı Yahudilere sarhoşlara, karısından korkan evli erkeklere çın çın, pırıl pırıl gülerlerdi. Şimdi ise Ruslarla olan ilişkilerine, resmi dairelerdeki yavaşlığa, kırtasiyeciliğe ve sorumluluğu bir üstüne devretmek isteyen memurlarına acı bir buruklukla güdüyorlar. Bu tür fıkraları üreterek boşalmaya çalışıyorlar. Örneğin «çok sıcak günlerde çalıştığı odanın penceresini aralamak isteyen umum müdürün bakandan yazılı emir istemesi» gibi mizahlarında, fıkralarında abartmayı Marsilyalı Fransızlar gibi seviyorlar.
Müzik, aşk, şarap seven Macarlar bugün intiharda 10.000 kişi de 3,4 le rekoru ellerinde bulunduruyorlar, rekorlarını egale etmemeleri için üretilen fıkralar kulaktan kulağa Macar ovalarını dolaşıyor bir çok yeniliklerle o fıkra yine sana geliyor.
Anlatılmış kısımların bir kısmını bir tarafa bırakacak olursak Macarlar kadınlı erkekli Tuna'nın kıyısında yine şarapla Macar yemeklerini yiyen müziğini dinleyen sarhoş, kılıbık ve yahudi fıkralarına hiç olmazsa bıyık altından gülebiliyor.
HANGİSİNİ?
Öğretmen, çocuğa soruyordu. «Karşında Kennedy'yle Kruşçef’in durduğunu farzet! Elinde de dolu bir tabanca var. İkisinden hangisine ateş edersin?»
Çocuk bir an durdu: «Şey efendim… » dedi. «Siz olsanız, hangisine ateş ederdiniz?»
-«Elbette ki Kennedy'ye!»
-«Öyleyse,» dedi çocuk. «Bana tercih yapacak bir şey kalmıyor... Ben de Kruşçef’e... »
ALETLERİN GÜNAHI NE
BUDAPEŞTE’de bir senfoni orkestrası konser verecekmiş.
Müzisyenler yerlerini almışlar, şef gelmiş, bütün salon sessizlik içinde. Derken konser başlamış. Ama daha iki dakika geçmeden, önce kemanlardan birinin telleri çatırdayarak kopmuş! Arkasından kontrabaslardan birinin yayı kırılmış! Çok geçmeden davul patlamış! Son olarak da nefesli aletlerin birinden ses çıkmaz olmuş. Böyle olunca da dinleyiciler arasında gülüşmeler başlamış.
Öyle olmuş ki sonunda, ünlü «patetik senfoni» kahkahalar arasında tamamlanmış.
—Konserdekilerden biri: «Kuzum» demiş, «ne oldu bu aletlere birden?
—Ne olacak,» diye yanındaki cevap vermiş… Bu müzik aletleri, geçenlerde Rusların bize gönderdiği, aletlerdi de ondan!»
HÜR SELAM
Macar’ın biri nasılsa müsaade alıp yabancı ülkelere uzun bir geziye çıkmıştı. İlk gittiği yer Moskova oldu. Oradan ailesine bir kart attı. Arkasında şunları yazıyordu: «Hür Moskova'dan selamlar.»
— 2’nci kart Varşova'dan geliyordu: «Hür Varşova’dan selamlar. »
— 3’üncü kart Prag'dan postalanmıştı. «Hür Prag'dan selamlar» derken aradan uzunca bir zaman geçti bir haber çıkmadı, sonunda gelen kart Paris'ten postaya verilmişti, arkasında da şunlar yazılıydı: «Paris’te, hür Karl Rabinovitz’den selamlar!»
DEMOKRAT MI?
Macaristan'da küçük bir köy okulunda öğretmen on yaşındaki küçük öğrencisine tam bir cümle yapmasını söyler. Çocuk biraz düşünür, sonra da:
- «Efendi'm,» der. «Bizim kedi yedi yavru doğurdu, yedisi de komünist.»
- Öğretmen: «Aferin» der, «Göreyim seni, gelecek hafta müfettişler geldiği zaman da bu güzel cevabını tekrarlamayı unutma.»
Öğretmen, ertesi hafta okula gelen müfettişlerin huzurunda zeki öğrencisine aynı soruyu sorar, çocuk kendinden emin olarak ayağa kalkar ve cevap verir:
- «Bizim kedi yedi yavru doğurdu. Yedisi, de şimdi demokrat oldu.»
-Öğretmen şaşırır, yüzü kızarır: «Oğlum geçen hafta komünist olduklarını söylememiş miydin?»
- Öyle ama öğretmenim,» der, öğrenci. «Şimdi kedilerin gözleri açıldı da.»
MÜZİK VE TUNA
Macar, Alman ve Fransız üç arkadaş yolda giderken arabanın bir dişlisi kırıldığından çaresizlik içinde oturuyorlarmış. İçlerinden biri neşelendirmek için şu anda dilekleriniz kabul olacak deseler ne isterdiniz deyince:
— Macar: «Müzik, şarap, Macar yemeği ve Tuna kıyısı»
— Fransız: «Şarap, kadın ve bir araba.»
— Alman: «Patates, bira ve dişliyi yapmak için çelik.»
LAF MI?
İki arkadaş yolda karşılaştılar. Biri ötekine, «Haberi duydun mu?» diye sordu, İçişleri Bakanlığında bu gece büyük bir hırsızlık olmuş.
—Yok canım! Önemli vesikalar mı çalınmış?»
—Önemli de laf mı? Çalınan, gelecek seçimlerin sonuçlarıymış!»
ACI GERÇEK
Macaristan'da bölge amiri, Sovyet malı bir suni gübreyi övüyordu. «Düşünün bir kere,» dedi, «bir dönümlük tarla için yeterli suni gübre, bir tek pantolon cebinde bile kolaylıkla taşınabiliyor.»
Oradaki köylülerden biri lafa karıştı. «Doğru ben denedim, bu tarladan alınan ürün de öteki cebe pekala rahatlıkla sığabiliyor.»
KAPAKLARIN DİZİ
Macaristan'da bir kitapçı, yeni yayınlanan kitapları vitrine yerleştiriyordu. Kitaplar, isimlerine göre, şöyle sıralanmıştı:
—Moskova’dan uzakta
—Gökdelenlerin gölgesinde
—Yabancı bir ülkede
—Yaşamak istiyor musunuz?
SINIFTA KALMA TARİFİ
Budapeşteli üniversiteli sınıf geçememiş, hocalarına kızgınlığını belli eden «zalimler, insafsızlar, duygusuzlar» diyerek giderken arkasından bir polis omzuna yapışır haydi karakola der.
— Öğrenci: «Niçin karakola götürüyorsunuz? »
— Polis: «Hükümete hakaret ettin der.»
— «Nasıl?»
— «.Nasıl var mı? Zalimler, insafsızlar diyerek hükümeti tarif ettin de.»
ÖNCE DEVLET MALI
Komünist rejim sırasında komutan askerlere uçaktan paraşütle atlama emri verir.
Erlerden biri:
-- "Paraşüt sağlam mı? Garantili açılır mı komutanım?" diye sorunca.
Komutan:
-- "Açılmazsa o zaman anlaşılır. Aman dikkat et devlet malıdır geri getir."
• Bir Tanrın ve bir çok dostun olsun. MACAR atasözü
• El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanırmış .. MACAR Atasözü
• Evlenme, uzun bir pazarlıktır. MACAR atasözü
• Geciken adalet, adaletsizlik getirir. MACAR atasözü
YUGOSLAVLARIN, MİZAH ANLAYIŞI
YUGOSLAVLARIN HALKI ÇEŞİTLİ MİLLETLERDEN OLUŞTUĞU İÇİN, MİZAH ANLAYIŞLARI VE FIKRALARA GÜLÜŞ AÇILARI AYRIDIR. KADINLAR ERKEKLERİNE NAZARAN DAHA UYGARDIR. KADINLAR ERKEKLERİNİN KAPRİS VE BENCİLLİKLERİNİ ZARİF FIKRALARLA ANLATIR KENDİ ARALARINDA GÜLÜŞÜR DEŞARJ OLURLAR.
7Bu ülke; Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Karadağ, Makedonya ve Bosna Hersek olmak üzere 6 Federal Cumhuriyetten meydana gelmiştir. Bu cumhuriyetlerin isimlerinden de anlaşılacağı gibi Yugoslav halkı çeşitli milletlerden oluştuğu ayıca nüfusunun %20'sini başta Türkler olmak üzere Arnavut, Alman, Boşnak, Macar ve Rumenler teşkil ettiğini söylersek bu ülke halkının milletler koalisyonu halinde olduğunu görürüz. Hele bu milletlerin dinleri de Ortodoks, Katolik ve Müslüman olursa: kültür, gelenek ve inanç aykırılıkları yüzünden ne müşterek mizah, ne de herkese bir anda çan, çın bir kahkaha getiren fıkralara, rastlanmaz.
Öyle ya 5 asra yakan 428 sene Osmanlı idaresinde kalmaları, daha sonra da İtalyan, Alman, Avusturya, Macar ve Bulgarların işgal ve ilhakları, uzun süren iç savaşlar milli kültür, milli mizah anlayışının gelmesini engellemiş henüz yeni yeni mizah ve fıkra anlayışı yer vermektedir.
Yeni idare, tarzı; düğün, dernek, eğlence ve bu tür toplantıların yalnız Cumartesi ve Pazar günleri yapılmasına müsaade ettiği için; halk düğün yapılan yerlerde, gazinolarda ve salonlarda topluca şarkı, türkü, söyleyerek, kıvrak danslarını ederek bir arada eğlenmeleri, halkları birbirlerine yaklaştırmakta ve Kuzeyde daha gelişmiş olan kültürün güneye doğru
akmasıyla yaygınlaşmaya başlayan bu kültür; mizahı ve fıkrayı beslemektedir.
Sair günlerde yapılamayan toplu eğlencelerin yerini mizah ve fıkra almakta milis kuvvetlerinden korkmalarına rağmen bu günkü idareyi çekiştirmekten de geri kalmazlar.
Hele kadınlar erkeklerinin bencil, kaprisli oluşlarını o kadar zarif fıkralarla hicvederler. Kadınları erkeklerine nazaran daha uygar ve zariftirler. Erkekleri içkiyi çok severler, meze nedir bilmezler, meze yerine yalnız lahana yerler. Çok içerler içince filitlenmeye hazır barut fıçısına dönerler.
KOCASI EVDE OLMAYINCA
Bencil ve kaprisli evin erkeği seyahate çıkıyordu ve karısına tembihte bulundu:
—Ben yokken gezmeye çıkmayacaksın.»
—Kadın: «Merak etme sen yokken evimde kalmak, canıma minnet der.
İÇİM RAHATLADI
Turistlerin peşinden bir yankesici kiliseye dalar ne varsa toplar. Gözü bu sefer de papazın saatine takılır ve onu da aşırır. Nasıl olduysa içi rahatsız olur ve günah çıkarmak için kiliseye girer.
— Yankesici: «Günahım bir saat çalmak.»
— Papaz: «Sahibini tanıyorsan günahtan kurtulmak için iade etmelisiniz.»
— Yankesici: «Evet etendim tanırım; saati alınız size vereyim.»
— Papaz: «Hayır ben istemem.
—Yankesici: «Vermek istedim kabul etmedi. »
—Papaz: «Mademki saati sahibine verdiğin halde kabul
etmedi, o halde saat senin malın olur.»
—Yankesici: «Teşekkür ederim içimi rahatlattınız» papaz efendi»
BEDAVA OLUNCA
Yugoslavya’da ücretsiz konserler verilmeye başlandığı sıralarda kalabalık bir topluluk koro halinde şarkı söylerken taşralı bir kadın:
— « Ne olacak bedelsiz diye topluca söyleyip kaçacaklar. »
KRAL ÖĞRETMENİ GÖRMEMİŞ
Bir öğretmen sınıfta uyuyakalmıştı, uyanınca hatasını örtmek için küçük bir yalan uydurur.
—«Rüzgârlar ülkesinin Kralı ile randevum vardı» der.
Ertesi günü bir öğrenci uyuyunca öğretmen sopa ile uyandırdı ve «Sınıfta uyumaya nasıl cesaret edersin» diye sorunca:
—Öğrenci: «Benim de rüyalar ülkesi Kralı ile randevum vardı» dedi.
—Öğretmen: «Pekâlâ kral ne söyledi» diye sorunca.
—Öğrenci: «Kral ben sizin öğretmeninizi dün hiç• görmedim» dedi.
OTTAN İP
Hapishaneye yeni getirilen hükümlüye gardiyan suçun ne? diye sordu:
— Suçlu: «Hiç yoktan bir ot’tan yapılmış ip yüzünden hapse giriyorum.»
— Gardiyan: İpin ucunda bir şey var mıydı?»
— Suçlu: «Yani, şey ipin ucunda bir öküz vardı da.
ELİ MENDİLMİŞ
İvan Tabakov milislerin huzurunda karısını dövmekten yüzünü gözünü patlatmaktan sual yağmuruna tutuluyordu.
— Milis: «Ne ile vurdun ki kadının her yanı mosmor.»
— Koca: «Mendil ile vurdum» deyince.
— Kadın: «Onun mendil dediği elleridir. Çünkü kocam hiç mendil kullanmazı burnunu hep eliyle siler.
ORGANİZASYON OLSAYDI
İkinci Cihan Savaşında Almanların Yugoslavya’yı işgali sırasında Belgrada yakın bir köyde kalan Bölük Komutanı köyün bir evinde kalmıştı, gece tuvalete gitmek ister, evin içinde münasip yeri arar bulamaz, nihayet ev sahibine seslenir: Tuvalete götürmesini ister, ev sahibi eline fener alır beni takip et der. Ev sahibi gider, yüzbaşı takip eder, en nihayet köylü bir çalılığı gösterir şurada idare edin deyince.
— Yüzbaşı: «Ben sizden helâyı gösterin dedim, fikir istemedim.
— Yugoslav: «Bizim evde ve köyde helâ yoktur.
— Yüzbaşı: E… siz nereye, yaparsınız?
— Yugoslav: «Tarlada münasip yerlere.
— Yüzbaşı: Ne kadar kötü organizasyon.
— Yugoslav: Sizin aradığınız organizasyon bizde olsaydı, şimdi belki biz sizin tarlaya ederdik.
GECELERİ ASLA
Partiye mensup çirkin bir adam mahallesinin en güzel kızına talip oldu, ama kız varmadı. Kendi gibi genç ve güzel bir gençle evlendi. Aradan yıllar geçince ilk isteyen adam partinin bir numaralı adamı ve söz sahibi oldu. Bu durumu bilen mahalle arkadaşları kıza sordular:
—Sen, çirkin ve biraz yaşlı diye Yorgoyeviç ile evlenmedin, bak şimdi partinin ve ülkenin sözü edilir adamı oldu. «Şimdi pişman mısın?» deyince.
— Kız: Eh gündüzleri bazen pişman oluyorum ama geceleri asla…
.
FASULYENİN İHBARI
İç harpleri bittiği sıralarda bir köylü Belgrada gelince sıkışır, bir köşede gürültülü yellenir. Bu sırada oradan geçen milis hemen köylünün yakasına yapışır ve:
— Köylü: «Affedin kimse yok sandım karnımda gaz yapmıştı.»
— Milis: «Kes ulan sesini sana neden yaptın diyen yok.
Söyle fasulye'yi nerden buldun, partiden neden sakladın onu söyle. »
• Kendini kalkındırmak isteyen önce devleti kalkındırmalıdır. YUGOSLAV Atasözü
• İnsanlar balık gibidir, balık sudan çıkınca, insan insanlığından çıkınca ölür. YUGOSLAV atasözü
• Nefreti nefretle değil, nefreti saygıyla yok etmek hünerdir. YUGOSLAV atasözü
•Kadınlar çocuk gibidir, hayır demekten hoşlanırlar, bazı erkeklerde bu sözü ciddiye alır. YUGOSLAV atasözü
YUNANLILARIN MİZAH ANLAYIŞI
YUNANLILAR, «İNSAN DÜNYAYA BİR KERE GELİR. GÜLÜP EĞLENMEYE BAKALIM» DERLER.
Pire limanında iki gemici kapışmış. Biri ötekini evire çevire bir güzel, dövmüş. Dayak yiyende, değil ayağa kalkacak, kımıldayacak hal kalmamış. Ama yine de, «Baksana bana», demiş. «Beni sahiden mi dövdün, yoksa şakadan mı?»
-«Ne demek şakadan! Elbette ki sahiden dövdüm. »
-«Öyleyse mesele yok», demiş, dayak yiyen. «Böyle münasebetsiz şakalardan hiç hoşlanmam da. »
Yunanlılar genellikle ciddi görünüşlü kimselerdir, ama yine de bu ciddiyetleri onların bol bol gülüp eğlenmelerine engel olmaz.
Pek çok Yunanlı akşamları tavernaya uğrayıp, birkaç kadeh içki içmeden evine dönmek istemez. Ama bu birkaç kadehin arkası gelmez, vakit ilerler, eve dönmek başlı başına bir mesele olup çıkar.
Yunanlılar en çok aile hayalinin aksak taraflarına, karılarıyla başa çıkamayan erkeklere, kocasına dünyayı zindan eden kadınlara güler.
Adamın biri kuyumcuya girmiş, «Geçenlerde sizden şu iki nişan yüzüğünü almıştım ya, demiş, «şimdi onu değiştirmeye geldim.» Kuyumcu sormuş, «Hay hay, her halde parmağınıza uymadı da biraz genişiyle değiştireceksiniz, değil mi?»
—Ne münasebetle» diye atılmış müşteri. «Yüzükleri verip, şu arka cebinizde duran tabancayla değiştireceğim! » Yunanistan'da yalnız zavallı kocalara, şirret kadınlara değil, her şeye gülünür: Komşulara, memurlara, kırtasiyeciliğe, kaptanlara, askerlere, şoförlere, kısacası herkese ve her şeye...
Bu konu açılınca da Yunanlı «Hayat, güzelliği nispetinde, kısa» diyerek hayat felsefesini özetler. «İnsan dünyaya bir kere gelir. Zaten sayılı olan günlerimizi ne diye üzüntüyle geçirelim? Gülelim, eğlenmemize bakalım.»
GÜZEL SÖZ MÜ, İYİ İŞ Mİ?
Pire'de devlet ihalesine giren firmalardan ikisi seçilmiş, bunlardan birisine karar kılınması için de komisyon toplanmış firmaların sözcüleri dinleniyordu.
— Birinci firmanın sözcüsü « o firma güzel söz söyler, bizim firma iyi iş yapar. İsterseniz birinci firmanın güzel sözlerini, isterseniz bizim firmanın iyi işini seçiniz» deyince.
— Komisyon başkanı kararını şöyle bildirir :«Sözü bırakalım işe başlansın.»
EĞER
İranlı bir general meşhur Isparta Komutanlarından Lizandors'a tehdit dolu bir mektup yazarak bütün Isparta’yı yıkacağını bildirir:
—«Eğer memleketine girecek olursam her tarafı ateş ve kılıçtan geçireceğim.»
Lizandros şu tek kelime ile cevap verir: «Eğer!»
TAM ADAMINI BULMUŞ!
Pire'de bir tavernada kendine arkadaş arayan bir akşamcı, bir köşede kendi başına içkisini içen adama yaklaştı. «Rahatsız etmiyorsam bir şey soracağım», dedi.
«Müzikten hoşlanır mısınız?»
— Hayır, hiç hoşlanmam.
— Ya edebiyatla, şiirle aranız nasıldır?
— Hiç iyi değildir.
— Peki siyasetle?
— Ondan da hiç anlamam.
— Bir kıza âşık filanda değilsinizdir her halde?
— Hayır, değilim. Kadınlardan ezelden beri nefret ederim.
Beriki bunun üzerine rahat bir nefes aldı. Ben de tam sizin gibi, karşılıklı birkaç kadeh içki içebilecek birini arıyordum.
SON ARZU
İhtiyar Giritli son dakikalarının geldiğini hissetmişti. Karısını başucuna çağırarak, « Bak, her geçen dakika biraz daha kötüleşiyorum» dedi. «Sana bir şey soracağım sen de doğru, cevap vereceksin: «Dört çocuğumuz oldu. Sonuncusunun gerçekten benden olup olmadığını öğrenmek istiyorum. Görüyorsun ki artık ölüyorum.»
Kadın tereddüt ederek: iyi ama ya ölmezsen!»
AÇ GÖZLÜ, TOK GÖZLÜ
Sokrates'in evine çok sayıda misafir gelmiş, yemeğe kalmışlardı. Karısı Sokretes’i mutfağa çağırır.
—« Bu yemekler gelenlere yetmeyeceğini sanıyorum, acaba ne yapsak» deyince.
— Sokrates: Gelen misafirler tok gözlü, alçak gönüllü iseler yeterde artar bile, ama! bunlar aç gözlü, kendini beğenmişlerse ilave etsen yine de yetişmez.
SONUNDA PİŞMANLIK
Eski Yunan da arkadaşları Sokrates'e:
— Evlenmeli mi? yoksa bekâr mı yaşamalı» diye sorunca:
— Sokrates: İstediğinizi yapın, nasıl olsa pişman olacaksınız»
AŞ VE ÇİŞ ÇANAĞI
Eski Atinalılar Themistokles'i önce ordunun başından atmışlar, işler kötüye doğru gidince de tekrar ordunun başına geçmesini istemişlerdi.
Themistokles kırgınlığını dile getirir:
—«Ben aş ve çiş çanağı aynı olan insanlarla o sofraya oturmam.»
SAVAŞ MI, İÇKİ Mİ?
Eski Yunanistan'da Kral Pyrhos günlerdir İtalya seferinin planları üzerinde çalışıyordu. Bu gün dostu, Kineos gelince dinlenmeyi fırsat bilerek hasbihal ederken bir taraftan da duramaz hazırladığı planları dostuna anlatmaya başlayınca, dostu:
—«Romalıları yendiğimizi kabul edelim sonra ne yapacağız?»
— Bunu sorman bile abes Roma'yı yenince ver elini Sicilya.»
—«Peki. Sicilya'yı da aldık daha sonra?»
__ «Sicilya bir basamak, sonra Libya, Kartaca.» «Eee daha sonra?
—«Daha, deha sonra... oturup seninle şerefe karşılıklı içki içeceğiz.
Bu sırada Kineos'un içki içme zamanı geldiği için henüz Kralın içmeğe başlamadığını görünce masada duran içkileri bardağa koyup:
-«Karşılıklı bir içki içmek için bu kadar zahmetli, tehlikeli savaşlara giriyoruz, zahmetsiz, tehlikesiz içmek varken neden şimdi içmiyoruz» deyip Kralın eline kadehi vererek içkisini içmeye başlar.
NEDEN GECİKİYORMUŞ
İşine bu defa'da geç gelen Atinalı müdürü sorar:
— «Bu defa’da neden geç kaldın?»
— «Eee ne yapayım eskiden arkamdan hızlı gelen Amerikalılar bu son zamanlarda artık o kadar yavaş yürüyorlar ki.»
• Para her kapıyı açar ama kilitleyemez. YUNAN atasözü
• Hayat, talihliler için, kısa; talihsizler için uzundur. YUNAN atasözü
• Kader kendisine boyun eğenlere daima yol gösterir. YUNAN atasözü
• Başlangıç bütünün yarısıdır. Yunan atasözü
Nasrettin Hoca ile Hıtır Peter
06-07-2003 Milliyet Yalvaç
Ural 7'DEN 77'YE OKUL DIŞI BİLGİLER
Nasrettin Hoca efsaneleşmiş bir halk düşünürümüzdür. Ama o bir efsane kahramanı değil, gerçek bir kişiliktir. 13. yüzyılda Selçuklular döneminde Sivrihisar'ın Hortu köyünde doğduğu, din adamı olan babasının ölümünden sonra da Akşehir'e yerleştiği söylenir. Nasrettin Hoca'nın mezarı Akşehir'dedir. Bunlar çeşitli kaynaklardan alınmış onunla ilgili doğru bilgilerdir. Yaşadığı dönemde yergi ağırlıklı eleştirileriyle halk arasında öylesine kabul görmüştür ki, onun ölümünden sonra bu anlayış ve bu tavır Nasrettin Hoca'ya mal edilerek sürdürülür. Bu yüzden de Nasrettin Hoca'nın kendisinden sonraki dönemlerde de fıkralarıyla ortaya çıktığını görürüz. Örneğin, Timurlenk döneminde yaşamadığı halde, o dönemde geçtiği anlatılan fıkralarıyla...
Türk mizah edebiyatının bu büyük gülmece ustasının, elbette fıkraları yalnızca ülkemiz sınırları içinde kalmamış, dünyanın her köşesine ulaşmıştır. Doğrusunu isterseniz, Nasrettin Hoca'nın fıkralarıyla ilgili basılan dilleri değil de belki de basılmadığı dilleri saymak daha kolay olur. Nasrettin Hoca pek çok ülke kültürünü etkilemiştir. Birçok ülke ona sahip çıkmaya çalışmış, onun fıkralarını kendi kahramanlarına mal etmiştir. Tabii ki, bu Nasrettin Hoca'yı yine de bizim kültürümüzden koparamamış, onun, "Dünyayı Güldüren Türk" adıyla anılmasına neden olmuştur.
***
Kendi kültürlerindeki gülmece ustalarıyla Nasrettin Hoca'yı arkadaş edip, kendi gülmece kahramanlarını Nasrettin Hoca'yı mat ederek öne çıkarmaya çalışan halk kahramanları da olmuştur. Bu genellikle, daha çok Osmanlı etkisi altında kalmış ülke kültürlerinde görülmüştür. Buna en güzel örnek, Bulgar halk edebiyatının ünlü kahramanı "Hıtır Peter"dir.
***
Bir gün Nasrettin Hoca'yla Hıtır Peter Bulgaristan'da bir lokanta açmaya karar verirler. Nasrettin Hoca daha uyanık olduğu için, kendisinin tezgâhta duracağını, ancak servisi Hıtır Peter yaparsa birlikte çalışabileceklerini söyler. Hıtır Peter kabul eder. Nasrettin Hoca da, "Çalışmaya başlamadan önce bir prova yapalım," der.
Hoca bir masaya oturur. Bir yemek ısmarlar, ardından bir şıra.
Hıtır Peter servisi yapmadan Hoca başka bir masaya geçer. "Bizim köfte ne oldu?" diye bağırır.
Oradan kalkar, başka bir masaya geçer. Bu kez, "Hey Hıtır Peter, bizim piyaz hâlâ gelmedi," diye bağırır.
Bütün koşuşturmasına rağmen Hıtır Peter, Nasrettin Hoca'ya yetişemez. Bir masanın servisini yapmadan Hoca başka masaya geçmektedir. Bunun üzerine öyle sinirlenir ki, Nasrettin Hoca eğilmiş yemek yerken ensesine bir tokat yapıştırır.
Hoca birden ayağa fırlar, "Kim vurdu bana?" diye bağırır.
Hıtır Peter boynunu büker, "Hocam, lokanta öylesine kalabalık ki, inan vallahi göremedim," der.
***
Nasrettin Hoca'nın fıkraları, bugün yeryüzünde Japonya'dan Amerika'ya, Rusya'dan Fransa'ya kadar dünyanın dört bucağında çevrilip tekrar tekrar basılıyor. Bazı ülkelerde derlemeciler tarafından öylesine çoğaltılıyor ki, beş yüzle bin arasında olduğu söylenen bu fıkraların Rusya'da basılan yeni bir baskısında 2000 adet olduğu söyleniyor. Bu Nasrettin Hoca'nın gülmece anlayışının dünyanın pek çok yerinde kabul gördüğünü bize gösterirken, bir yandan da ülkelerin Nasrettin Hoca'ya bakarak kendi ülkelerinde bir Nasrettin Hoca yaratma çabası içinde olduklarını, ama bunun zaman içinde Nasrettin Hoca'ya yarardan çok zarar da getireceğini gösteriyor.
Tabii ki bu benim görüşüm. Size çok sevdiğim ve onun az duyulmuş olduğunu düşündüğüm fıkralarından birini anlatarak yazımı bitiriyorum. İyi pazarlar...
***
Bir gün Hoca camide dua ederken cemaate, "Açın ellerinizi Allah'a ve, 'Develere kanat vermediğin için sana teşekkür ederiz,' diye dua edin," demiş.
Cemaatin içinden biri, "Hocam böyle bir saçma istek olur mu? Hem kanatları olsa bize ne ki?" deyince Hoca, "Be akılsız adam. Koca yaradan develere kanat verseydi de, üçü-beşi senin damına konsaydı, o zaman anlardın bu duanın neye yaradığını!" demiş.
Bektaşi Fıkraları
Anadolu topraklarının zengin uygarlıklar ortamında Anadolu halkının engin deneyimleri ve hoşgörüsüyle oluşturup kimliklendirdiği fıkra tiplerinden biri de Bektaşi'dir. Dar anlamda"Bektaşilik tarikatının mensubu" anlamına gelen Bektaşi, Bektaşilik tarikatının insan ve dünya kavrayışının, geniş anlamda ise, Anadolu halkının bu dünyaya bağlılığının, toplumsal anlamda hakkı, dürüstlüğü ve doğruluğu arayışının, insanca yaşama ve yaşatma özlemlerinin somut bir göstergesidir.
Bektaşi, halk bilgesi olarak çeşitli ortam ve bağlamlarda genel geçerliği olan değer yargılarını, zekice nüktelerle bezediği fıkraları aracılığıyla sunmaktadır. O, mantıksal bir tutarlılık içinde, ince ve keskin nükteleriyle özelde Anadolu insanına, genelde bütün dünya insanlarına barışın, sevginin, hoşgörünün, özetle yaşama sanatının inceliklerini sunar.
Bektaşi, Anadolulu bir bilge, bir gülmece ustası olmasına karşın, ünü Rumeli'ye de taşmış, güldüren ve düşündüren insan olarak tanınıp sevilmiştir.
|