Anasayfa   İletişim  
Reklam  
-->
   
 
 
   
Google
   
   
    
 
 
 

 
 
 
 
 

Goran Bregoviç: Atatürk’ü müziğe döken adam

Can DündarAda
can.dundar@e-kolay.net
Goran Bregoviç’le aynı stüdyoda dört gün/Atatürk’ü müziğe döken adam

14 Eylül 2008


Geçen yıl sonu, nicedir hayalini kurduğum zorlu işe kalkışmaya karar verdim: Sinemada gösterilecek bir Atatürk belgeseli için kolları sıvadım.
Filmi, Atatürk’ü 70’inci yıldönümünde anacağımız bu 10 Kasım’a yetiştirmek için çok yoğun bir çalışmaya giriştik.
Geçen bir yıllık uğraşımızın ayrıntıları bu sayfaya sığmaz; (ilgilenenler “mustafa.com.tr”den bilgilenebilirler) burada sadece, geçen haftaki son aşamasından, yani filmin müziğinin hazırlanmasından bahsedeceğim.
Türkiye’de bu işi ustalıkla yapabilecek çok sayıda değerli müzisyen olmasına rağmen, biraz hayranlıktan, biraz da bu filmin müziğinde Atatürk’ü biçimlendiren Rumeli rüzgarlarının hissedilmesini istediğimden Goran Bregoviç’te karar kıldım.
Böyle bir seçim, Atatürk’ün Türk müziğini uluslararası boyuta taşıma idealine uygun düşeceği gibi, onun isminin biraz daha geniş bir coğrafyada duyulmasına da hizmet edebilirdi.
Konuyu önce Bregoviç’in Türkiye’deki menajeri Mustafa Oğuz’a açtım.
Projeyi çok beğendi. Heyecanla Goran’ı aradı; ilk oluru aldı.
Tesadüf Goran da Bursa konseri için Türkiye’ye geliyordu.
Nisan başı İstanbul’da buluştuk.
Ben anlatmadan projeyi kabullenmişti. Ona Lord Kinross’un “Atatürk” biyografisini verdim. Aklımdaki filmi anlattım.
Bir ara “Tito için bir şey bestelesem, nasıl bir şey yazardım acaba” dedi. Sonra yeni hazırlamakta olduğu “3 Harf” adlı albümünden söz etti. Üç dinin harflerini barış notalarında birleştirecekti.
Bunca faaliyet içinde Atatürk projesinde olmaktan büyük heyecan duyduğunu söyledi.
10 dakika içinde el sıkıştık.
O günlerde duyulmasını pek istemediğim haberi ertesi günkü gazetelerde okudum:
Goran, Bursa konserinden önceki basın toplantısında “Atatürk belgeselinin müziklerini yapacağını” açıklamıştı.

Belgrad buluşması
İkinci randevu mayısta Belgrad’daydı.
Verdiği adres, Belgrad’ın en güzide semtinde, bahçe içinde bir villaydı.
Filmin grafik animasyonlarını hazırlayan Uğur Erbaş’la beni, bahçeye bakan büyük salonda karşıladı. Salonda büyük bir masa ve birkaç koltuk dışında eşya yoktu.
Tabii bir de bütün evi gümbürdeten bir müzik sistemi...
Yan odalarda kurulu stüdyolardan üflemeli çalgıların sesleri işitiliyordu.
Bizden sonra da birer ikişer müzisyenler gelmeye başladı. “Hıdrellez ya... Kurban kesmekten geliyorlar” diye açıkladı Goran...
Hemen çalışmaya başladık. “Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar”ı dinledi. Şarkılardaki Rumeli tınılarını sevdi. Sonra CD’den marşları çaldı. Onları nasıl kullanabileceğini düşündü.
Atatürk’ün müzik zevkiyle ilgili ne varsa kendisine yollamamızı istedi.
Öğleyin arka bahçeden nane toplayıp naneli çay ikram etti, yine bahçe ürünü marullardan elleriyle salata yapıp yemeğe buyur etti.
Yemekte, çok sevdiği bu stüdyoya nadiren uğrayabilmesinden yakındı.

Uçakta yapılan besteler
Neden nadiren uğradığını anlamak için Goran’ın konser programına bakmak yeterli.
Bu haftadan örnek vereyim:
12 Eylül’de Polonya Katowice konseri vardı.
13’ünde bir stadyum konseri için Swarzedz’e geçti.
15’inde Milano’da olacak.
16’sında Torino’da...
18’inde Fransa caz festivalinde...
19-21 arası Romanya’da...
23 Eylül’den 8 Ekim’e kadar Rusya turnesinde...
Ve 10 Ekim’de İzmir’de...
Üç çocuklu bir aile babası için ağır program, değil mi?
Çocuklarını pek görebildiğini sanmıyorum, peki bu program telaşında bizim film müziklerini nasıl yapacaktı?
“Tabii ki uçakta...” dedi cevaben...
Laptop bilgisayarını önüne çekecek, kulaklığını takacak ve filmi izleyip aklına gelen ezgileri piyano tuşlar gibi bilgisayara tuşlayacaktı.

İlk beste, ilk heyecan
Ardından, gerçekten keyifli bir serüven başladı.
Biz metni yazdıkça, montajı tamamladıkça ona yolluyorduk. İnternette şarkılar, görüntüler, besteler uçuşuyordu.
Arada görüntülü telefon servisi aracılığıyla konuşuyorduk. Dünyanın neresinde olduğunu bile bilmiyordum artık...
Durmadan sorular soruyor, aklına düşen melodileri mırıldanıyordu.
Sonra onlardan ilk örnekleri yollamaya başladı.
Halen sinemalarda gösterilmekte olan fragman için bestelediği müziği yolladığında bütün büro heyecan içindeydik.
Ne yalan söylemeli, ilk duyduğumuzda şaşkınlık geçirdik: Alışkın olmadığımız çalgılar ve ezgiler vardı. Kemanın iniltilerini, bir akordeon takip ediyordu.
Zamanla alıştık ve giderek hayran kaldık.
Sonra yenileri geldi.
O besteleyip Belgrad’daki ekibine yolluyor, ekip düzenlemelerini yapıp kaydediyor, yine internet veya skype aracılığıyla ona dinletiyordu.
O da bu ham kayıtları bize yolluyor, fikir soruyordu.

Kötü haber
Tam işler yolunda giderken birden kötü haber geldi.
Vişne ağacından düşmüş ve omurgasını kırmıştı.
Uzun süre çalışamayacağa benziyordu. Ama hiç öyle olmadı. İki hafta sonra korse takmış, yine ayaklanmıştı.
Ağustosta İstanbul konserine geldiğinde buluştuk yeniden...
“Daha önce kayak yaparken 400 metreden düştüm hiçbir şey olmadı da 4 metrelik vişne ağacından düşmek beni yatağa serdi” dedi.
Ama iyiydi.
Aynı arabada konserine giderken büyük bir tevazu ile “Konserde dinleyeceğin eserlerden beğendiğin bölümler olursa söyle, filmde o tarzı kullanalım” dedi.
Beğendiğim bölümler mi?
Onu daha önce birkaç kez Açık Hava’da ODTÜ’de izlemiş, her defasında çaldıklarından büyük bir coşkuya kapılmıştım.
Bazen dansa bazen hüzne çağıran müziği kadar, kemanlar, klarnetler, tulumlar, davullar, gitarlar, akordeonlarla bir cümbüş havası yaratan orkestrası ve onların arkasında gürüldeyen 40 kişilik erkekler korosuyla da harikaydı.
Sahne arkasındaki rahatlığını görmek, konsere 10 dakika kaldığı halde kuliste belgeselin müzikleriyle uğraştığına tanık olmak ise ayrıca şaşırtıcıydı.

Stüdyoda dört gün
Nihayet geçen hafta sıra, hazırladığı müsveddeleri canlı enstrümanlarla kaydetmeye geldi.
İstanbul’da dört gün boyunca
Ozan Doğulu’nun stüdyosuna kapandık.
O gelmeden önce, çalacak bütün müzisyenler sıraya konmuştu:
İlk gün yaylılar, sonra üflemeliler, ardından vurmalılar...
Bu sırayla önden kemanlar, viyolonseller, çellolar geldi, ardından klarnetler, neyler, sonra davullar, tefler, bendirler... Derken kanunlar, bağlamalar...
Çıplak hallerini dinlediğimiz o Balkan ezgileri, Türk sazları ile birden yerelleşmeye başladı.
Müzisyenlerin çoğu Batı tarzıyla nota basarken Goran ısrarla “Türk gibi çalın, Mozart gibi değil” diyordu.
Bağlamayı “çakmalı” istedi. Klarneti “Burk biraz, ez...” dedi. Kemanı titreterek, davulu tokatlatarak, kanunu şakıtarak ve hepsinden inanılmaz bir zenginlik yaratarak çıktı stüdyodan...
Son gece yarısı, kapıda ayrılırken “Rock starı olduğum yıllardan beri dört gün stüdyoda kapanmamıştım” dedi.
Ama memnun olduğu belliydi.
“10 yıldır Türkiye’ye geliyorum” dedi: “Dünyanın her yerinde stüdyo çalışması yaptım. Buradaki kadar iyi müzisyeni başka hiçbir yerde görmedim. Nasıl aynı malzemeyi kullandığımız halde sizinki kadar iyi yemek yapamıyorsak, aynı enstrümanlarla bu müziği de sizin gibi yapamıyoruz.”
Sırrı?
“İmparatorluk kültürü” dedi: “Osmanlı ezmemiş kültürleri, onları korumuş, kendini onlarla zenginleştirmiş. Çaldığımız müziği sizden öğrendik biz...”

“Beyaz Düğme”den “Düğün ve Cenaze”ye
Düşünün: Anneniz bir Sırp ise...
Babanız Hırvat...
Eşiniz Bosnalı bir Müslüman...
Kendinizi ne olarak tanımlardınız?
Bregoviç milliyetiyle tanımlamıyor kendini... Sorulunca “Osmanlı’nın eski bir vilayetindenim” diye espriye vuruyor.
O dünya çapında bir müzisyen...
16 yaşına kadar konservatuarda klasik keman eğitimi almış.
Bu arada felsefe ve sosyoloji okumuş.
Hatta son sınıfta stajyer olarak Marksist felsefe dersleri vermiş.
Sonra 16’sında klasik eğitimi boşverip Yugoslavya’nın en iyi rock grubu Bijelo Dugme yani Beyaz Düğme’yi kurmuş, gitara dönmüş.
Niye gitar?
“En çok kız tavlayanlar gitar çalanlardı da ondan” diyor.
O yaşta büyük bir üne ve zenginliğe kavuşmuş. Hasta düşene kadar rock konserleri vermiş.
Sonra 1989’da yönetmen Emir Kusturica için “Çingeneler Zamanı” filmine yaptığı müzikle bütün hayatı ve kariyeri değişmiş.
Hayalini kurduğu Adriyatik kıyısındaki eve taşınmış.





Bregoviç “Mustafa”nın müziğinin kayıtları için geldiğinde Savarona’ya da gitti, Atatürk’ün yatak odasını ziyaret etti.


Savaşla ayrılan yollar
Kusturica-Bregoviç ikilisi, aynı nesilden, aynı geçmişten, aynı deneyimlerden geliyordu. Birlikte peş peşe harika işlere imza attılar:
1993’teki “Arizona Rüyası”nı, 1995’te “Yeraltı” izledi.
Filmdeki şiirsel, vurucu, güçlü müzikler Bregoviç’e hak ettiği şöhreti kazandırdı.
Sonra savaş patladı.
Bregoviç Saraybosna’yı terk etti.
Kustirica Sırplar safında çark etti.
1992’den beri Bregoviç’in eşi ve üç çocuğu Paris’te yaşıyor.
Kendisi, “Düğün ve Cenaze” orkestrası ile her gün dünyanın başka bir köşesinde konser veriyor.
Türkiye onun müziğini, Sezen Aksu’nun, Candan Erçetin’in seslendirdiği şarkılarını seviyor... O da Türkiye’yi...
Bir gün yerleşmeyi bile düşünecek kadar...


 

 
Nutuk (Sesli ve Görsel)
 
Etkinlik Takvimi
Mayıs , 2024
PzrPztSalÇrşPrşCumCts
1 2 3 4
5 6 7 8 9 10 11
12 13 14 15 16 17 18
19 20 21 22 23 24 25
26 27 28 29 30 31
 
 
 
 
 
Copyright Aralık 2002 © balkanpazar.org
tasarım ve uygulama Artgrafi.net